Turnanın Dansı projesi hakkında her şey
Turnanın Dansı, 19. yüzyılın sonunda Çarlık Rusyası tarafından vatanlarından sürülen, kendilerine komşu halklar tarafından ortak bir tanımlamayla Çerkesler denilen Kuzey Kafkas halklarının (Adige, Abhaz, Ubıh, Oset, Çeçen, Karaçay, Nogay, Dağıstan,...) yaşadıkları bu trajedinin anısına adanmış bir film projesidir.
Film Hakkında
Film, Kafkas-Rus Savaşını takip eden Çerkes Sürgününü tüm yalın gerçekliği, dramatik ve insani boyutuyla resmeden epik bir destan… Savaş ortamında zorunlu olarak biraraya gelen iki insanın yaşadıklarından yola çıkarak nefret, sevgi, intikam, affetme, mücadele ve barış gibi evrensel temaların işlendiği bir sinema yapıtı.
Yok olmanın eşiğinde son günlerini yaşayan bir Çerkes köyü, kuyudaki bir Rus esir, fırtınada bahçeye düşmüş yaralı bir turna, savaş gazisi yaşlı bir adam, kendini halkı için feda etmeye hazırlanan yiğit bir genç, tüm yakınlarını savaşta yitirmiş hamile genç karısı ve kafasındaki cevabı zor soru: “Rus esir öldürülmeli mi, af mı edilmeli?”
Masallardaki Kaf Dağı'na ilham olan Kafkas dağlarını barındıran Çerkeslerin anavatanı Kuzey Kafkasya, bir söylenceye göre Tanrıların bu halklara bir hediyesiydi. Çerkesler bu topraklardaki derin vadilerde, yeşil çayırlarda binlerce yıl mutlu ve özgür yaşadılar. Ta ki 18. yüzyılın başlarında Çarlık Rusyası sıcak denizlere açılmak ve Hindistan yolunu kontrol etmek için Kafkasya’yı işgale başlayıncaya kadar... Böylece tarihte bilinen adıyla Kafkas-Rus Savaşları başladı. Aralıklarla 200 sene süren bu savaşta yüz binlerce Çerkes öldü. Çarlık orduları köyleri yakıp yıktı, katliamlardan kurtulan Çerkes halkının neredeyse tamamına yakınını Osmanlı topraklarına sürdü. Bu sürgün sırasında da yüz binlerce insan yollarda hayatını kaybetti.
Yaşanan trajedilerin büyüklüğüne Rus yazar ve tarihçiler dahi kayıtsız kalamamıştır:
“Biz, Çerkesleri özgür yaylalarından attık, köylerini yaktık ve kabilelerini toptan yok ettik” (Puşkin)
“Köylere gece karanlığında girme adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin, ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesine korkunçtu ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi...” (Lev Tolstoy)
“Savaş acımazsızca sürüyordu. Çerkes köyleri top atışıyla yakılıp yılıyor, ekin tarlaları imha ediliyor. İnsanlar öldürülüyor, aman dileyenler yüksek yerlerden kovuluyor. Diğerleri ise Türkiye’ye gönderilmek üzere deniz kenarına sürülüyordu.” (Rus tarihçi Feltsin)
“Bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Anasız kalmış çocuklar ölmüş annelerinin göğsünde süt arıyorlardı... Benzer çok sahne gördüm.” (Rus tarihçi Adolf Berzhe)
Sürgün edilen Çerkeslerin sayısı konusunda bir görüş birliği olmasa da, trajedinin büyüklüğü konusunda kimsenin bir itirazı yoktur.
Prof. Kemal Karpat anavatanından sürülen Çerkes sayısının 2 milyon, Osmanlı topraklarına ulaşabilenlerin ise 1.5 milyon kişi olduğunu söylerken, Justin Mc Carty ve Prof. Dr. Benjamin Fortna yola çıkan 1 milyon iki yüz bin sürgünün sadece 800 binin sağ olarak Osmanlı topraklarına ulaşabildiğini ifade eder. Engin Akarlı zorunlu göçe tabi tutulanlar için 1 milyon beş yüz bin sayısını verir.
Trajedinin boyutu konusunda detaylı rakamlar veren Polonyalı Albay Teofil Lapinski’ye göre “Göçmenlerin sorunu felakete dönüşüyor. Açlık ve hastalık had safhada. Trabzon’a gelen 100.000 kişi 70.000 kişiye indi. Samsun’a 70.000 kişi indi günlük ölü sayısı 500 kişidir. Trabzon’da bu sayı 400 kişidir. Gerede Kampında 300 kişi, Akçakale ve Sarıdere’de günlük ölüm 120-150 kişi arasındadır”.
Çerkes soykırımı ve sürgünü sadece Çerkeslerin değil, tüm insanlığın en acı sayfalarından biridir. Bu trajediye sessiz kalındığı ve görmezden gelindiği içindir ki 20. yüzyılda dünyanın birçok başka yerinde yaşanan büyük acıların da yolu açılmıştır. Soykırımlar unutuldukça tekrarlanır sözü defalarca gerçek olmuştur. Çerkeslerin yaşadıkları acıların, uğradıkları kıyım ve katliamın dünya kamuoyuna hatırlatılması ve bu şekilde insanlığın kolektif hafızasının bir parçası haline getirilmesi çok önemlidir. Bu, köyleri, tarlaları yakılan, dağ başlarında soğuktan donan, balık istifi bindirildikleri gemilerde, göç yollarında ve vardıkları limanlarda salgın hastalıklardan kırılan, o isimlerini bile bilmediğimiz atalarımıza biz Çerkeslerin bir vefa borcu olduğu kadar, başta Batı kamuoyu olmak üzere tüm dünya halklarının da bir insanlık borcudur.
Projeyi Destekleyen Kurumlar
Kafkas vakıfları, dernekleri, Türkiye’deki STK’lar, sanatçılar, aydınlar ve demokrat kamuoyu, iş adamları bu film projesini desteklemektedir.
Turnanın Dansı, Türkiye'deki Çerkes diasporası ve ona destek verecek dost kurum ve ülkelerin katkılarıyla çekilecektir. Filmin galası Kafkas cumhuriyetlerinden, Amerika Birleşik Devletleri'ne, oradan Avrupa'ya uzanan geniş bir coğrafyada ve Türkiye'de Çerkes diasporasının yaşadığı birçok şehirde eş zamanlı olarak yapılacaktır.
Filmin Konusu
Turnanın Dansı, Kafkasya’nın neresinde olduğu söylenmeyen Amarat adlı bir köyde geçmektedir. Olaylar 1864 sürgününün hemen öncesinde başlar. Kafkasya’nın işgalini tamamlamak üzere olan Çarlık Rusyası sivil halkı Osmanlıya doğru sürmek için baskı ve şiddeti artırmıştır. Amarat halkı, köyleri henüz Rusların işgaline uğramamışsa da yaklaşmakta olan kaçınılmaz akıbet karşısında ikiye bölünmüştür. Bir kısmı vatanı terk etmemek, gerekirse ölünceye kadar savaşmak yanlısıyken, diğer bir bölümü dağlardan Karadeniz’e doğru akan göç kervanlarından birine katılıp Türkiye’ye gitmenin daha iyi olabileceğini düşünmektedir. İşte bu büyük çelişki içinde filmin ana karakterlerinden Yinal tarafından köye getirilen bir Rus esir köydeki gerilimi daha da artırır. Köylülerin bir bölümü onu derhal öldürmek isterken, Yinal’ın babası Hacı Mırza’nın da aralarında bulunduğu diğer bir bölümü onu yeni silahlar almalarına olanak sağlayacak bir fidye için sağ bırakmak gerektiğini düşünmektedir. Esirin bakımına yardımcı olan filmin bir diğer ana karakteri Seteney (Yinal’ın karısı) de esirden nefret etmekte ve onun ölmesini istemektedir çünkü tüm ailesi Ruslar tarafından öldürülmüştür. Bir fırtınada köye düşen yaralı bir turna Seteney tarafından tedavi edilir ve film adeta onun gözünden anlatılır, bir başka ana karakter de odur. Turnanın Dansı filmi böylesi bir atmosferde, vatanlarını kaybetmek üzere olan sıradan insanların gözünden yaşanan trajik olayları yalın gerçekliği içinde aktarır. Köyün son günleri, göç yollarında yaşananlar, limanlarda gemilere binmeye çalışan mahşeri kalabalıklar, Türkiye’ye ulaşmaya çalışırken gemilerde hayatını kaybedip denize atılanlar, vardıkları kamplarda hastalıkların pençesine düşenler ana öyküyü sarmalamaktadır. Film yaşanan tüm acılara ve şiddete rağmen, bir intikam ve düşmanlık mesajı içermemektedir. Vatanından ayrı düşse de Çerkeslerin geleneklerine ve tarihlerine sahip çıkarak hâlâ ayakta oldukları ve vatanları Kafkasya’yı unutmadıklarına vurgu yapılmaktadır.
Comments